Üzerinden uzun yıllar geçti biliyorum. Ama dün gibi aklımda hala. O sıralar annem bir fabrikada vardiyalı işçi olarak, ablam tanıdık bir doktorun yanında çalışıyordu. Benim ihtiyaçlarımın büyük bir kısmını annem, bir kısmını büyüklerim (ağabeyim, ablalarım) karşılıyordu. Koşullarımızın maddi açıdan kısıtlı olması hasebiyle, ister istemez çok olmasa da masraflarımı minimuma çekiyordum. Bundan da zerre kadar pişman değildim. Annemin ve ailemin yaşam içerisindeki vermiş oldukları mücadelede bana öğrettikleriyle ve sahip olduğum kültürün öğretileriyle örtüşen bu durum, aksine seçimlerim konusunda bana doğru yolu gösteriyordu. Bu düşünce; kişisel beklentilerden uzak, emeğin zay olmadığı, eşit ve adil bir düzen içindi. Dirençliydim çünkü günü yaşayıp ardını düşünmeyenin, günleri geceleri daha dirençsizdi.
İlk günümde panoda ders programına bakıyordum. Elimde ablamın vermiş olduğu bir ajanda vardı. Karşımda adının sonradan Sinan olduğunu öğreneceğim ve dostum olacak kişi bana bakıyordu, bende ona. Yaklaştık birbirimize ve o gün başladı arkadaşlığımız. Bugünlere beraberce getirdiğimiz, birçok zorluğu aştığımız dostluğumuz hala güzellikleriyle devam ediyor. Şuan Amerika’da ve her izne geldiğinde uğruyor. İlk gün elimde olan o ajandaya, zaman içerisinde göstermelik ders notları yazmışlığımda oldu. Fakat sınıfımızda, şuan da kendileriyle severek görüştüğüm üç kız arkadaşımız, not tutma konusunda tarih yazıyorlardı. Her ders farklı sınıflarda olsak dahi, onlar en önde yan yana oturup, hocanın ağzından çıkan her cümleyi not ediyorlardı. Öyle ki hocanın ders dışında yaptığı esprileri dahi hızlarını alamadan yazarlardı. Ayrıca onların bu şekilde güzel not tutması, benim not tutmama engel oluyordu. Vize ve final dönemlerinde beraber ders çalışıyorduk. Her halükarda notları bana ulaşıyordu. Beraber ders çalışmadığımız zamanlarda da, benim gibi paylaşmayı seven birini tembihleyerek, dinlemeyeceğimi bildikleri halde notlarını verip, sadece kendine çektir derlerdi. Gülerek tamam desem de, iki fotokopi çektirip birini alır, diğerini not almak isteyenler için bırakırdım. Onlarında benimde seçimimiz paylaşımdan yanaydı. Şimdi Hüsne İstanbul’da, Münire Ankara’da, Demet Adana’da. Geçen bayram Hüsne misafirim oldu, beraber Münire’yi ziyarete gideceğiz. Demetin iki çocuğu var. Büyük çocuğunun kirvesiyim. O dönem kazandığım, sevdiğim ve sesini özlediğim arkadaşlarım Mazlum İstanbul’da, İlhami Eskişehir’de çalışıyor. İlhami şeker bayramı öncesinde geldi. Görüştük hasret giderdik. Aysun ve Zuhal’de Adana’da. Onlar ve meslek odamızdaki tüm arkadaşlarımla mesleğimiz için beraberce koşturmaya devam ediyoruz. İyi ki bu arkadaşlarımı, dostlarımı seçip hayatıma katmışım. Her yıl bir ajandayla başladığım fakat genelde arkadaşlarımın ders dışında yazdığı kısa sözlerin, şarkıların ve şiirlerin dizeleriyle dolu olan ajandam, seçimler konusunda ne kadar hassas olmamız gerektiğini hatırlattı bana.
Arkadaş, dost, eş seçimleri çok önemlidir. Etrafımızda güzel yürekli iyi insanlar çoğaldıkça, yani kötülere karşı mücadele edip iyileri seçmeye devam ettikçe, yaşam daha da kolaylaşıp güzelleşecektir.
İnsanlar kendini yönetenlerin seçiminde çok daha hassas davranmalıdır. Dostun, arkadaşın yanlış yapsa en çok küsersin, ya da konuşur, özür diler olayı halledersin. Yönetenlerin yaptığı hatalar yaşamı doğrudan etkiler. Yaratılan istikrarsızlık ve korku ortamında, hırs ve ihtirasın küfre dönmüş halini yaşamış olman, kendini dinletebileceğin çok kapı olmayacağını da göstermektedir. Ülkemiz yinelemek durumunda kaldığı, koşullar açısında pekte adil yürütülmeyen bir seçim sürecinde, tercihini ortaya koymuştur. Herkes hak ettiği gibi yönetilir sözü, belki kimisine göre sorumluluğu üstünden atma adına doğru kabul edilebilir. Bunu demek yerine, Şah Hatayi’nin bir şiirinde söylediği gibi; “Eksiklik kendi özümde” diyerek, hatayı herkesin birazda kendisinde araması gerektiğini düşünüyorum.