Sevdiğim güzel insanlar; bu hayattan ebediyete intikal edince, yaşam yavaş yavaş anlamsızlaşıyor. Zayıfladığımı hissediyorum her anlamda ve anlam yüklediğim hislerim zayıflıyor. Tıpkı yüreğimi ve beynimi besleyen damarların birden değil ama zamanla kuruması gibi. Hani görmezsin, sesini duymazsın ancak yaşadığını nefes aldığını bilmek bile insana güç verir ya, işte onlar öyle bir şey. Onlar bir ağacın yaprakları gibi tek tek dökülünce güçsüzleşiyor insan. Hayat ve hayat mücadelesi daha da zor geliyor.
Yaşar Kemal; 1923 yılında eskiden Adana sınırlarında şimdi ise Osmaniye sınırları içerisinde yer alan Gökçedam’da (eski adıyla Hemite) dünyaya gelmiş, aslen Van –Ercişli bir ailenin çocuğudur. 1. Dünya Savaşı nedeniyle göç etmek zorunda kalmışlardır. Küçük yaşta ırgatlık, memurluk, kontrolörlük, ırgat katipliği ve öğretmen vekilliği gibi birçok işte çalışmış, emek harcamıştır. Zorluklarla mücadelesi ve emekten yana tavrı olgunlaşmasına katkı sağlamış, küçük yaşta başladığı edebiyat serüvenini de etkilemiştir. Öykü, roman, çocuk romanı, çeviri, röportaj, deneme derleme, destansı roman ve şiir gibi alanlarda üretim yapan ustanın eserleri birçok dile çevrilmiş olup, çeşitli ödüllere layık görülmüştür. Katıldığı bir söyleşide ; “Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa, ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım.” diyerek hayata ve dünyaya bakış açısının hangi penceren olduğunu belirtmiştir.
Evet, büyük usta artık ölümsüz eserleriyle aramızdadır. Tıpkı diğer yitirdiklerimiz gibi; Çukurova’nın bereketli topraklarından, dünyanın en ücra köşesine bir ırgatın bilgeliğinde uzanan Yaşar Kemal de gitti. Emeğin, halkın ve mücadelenin dili de bir daha geri dönmemecesine, tıpkı diğerleri gibi gitti. O gidince birçok şeyde değerini yitirdi. Ne birilerine özendiler, ne düşlerinden aşka başka bir yol çizdiler. Yitirdiklerimiz kıymetliydi çünkü; yüreklerinde yaşattıkları o güzel dünyayı oluşturma adına, bir ömür mücadele eden korkusuz birer umuttular.
Son yıllarda nereden türedikleri malumunuz olan sözde yazar(!) , gazeteci(!) , sanatçı(!)’lar gibi her gün medyada boy göstermeseler de, çirkefliğin içinde yoğrulurken bile pişkince gülmeseler de, yalancıların mumu sönmüş olsa dahi yalanı savunmaya devam edenlerden olmadıkları ve insani değerlere sahip oldukları için varlıkları kıymetliydi. Yozlaşan bir kültürün etkisinde; sahip olduğu değerlerin zamanla yok olduğunun farkına varan insanlar, bazı kesimler dışında yapılanları sessizce kabullenmiş durumdadır. Bu kabullenmiş grup içerisinden bireylere doğruluk, dürüstlük hani diye sorsanız cevap alamazsınız belki ama çoluğuna çocuğuna ve etrafına bu değerlerden dem vurmaktan geri kalmaz. Yanlış olanı sessizce kabulleniş; cahilce bir düşüncenin, yaklaşımın ve çıkar odaklı saçma bir sendromun sonucudur. Bu nedenle, insani merkezine alan düşüncelere sahip olan yitirdiklerimiz çok ama çok kıymetlidir. Var olduklarını bilmenin bile bizlere güç verdiği güzel yürekler hiç ama hiç tükenmesin. Yoksa biz değerleri olmayanlarla, çürümüş bu ortamda nefes alıp yaşayamayız. Tamda bu konu ile ilgili olarak usta ne güzel demiş;
O iyi insanlar
O güzel atlara binip çekip gittiler
Demirin tuncuna
İnsanın piçine kaldık…