O ana kadar adımları, kalbinin atış ritmiyle uyumluydu. Kapıya kadar geldi, kalp atışları artmıştı. Kapıyı çaldı ve aniden kapının soğuk demir kulpunu hareket ettirmeye zaman kalmadan boylu boyunca yere yığıldı. Gücü tükenmiş gibiydi. Nefes alışları hızlanmış, kalbinin ritmi yaşamına sunulan şansla uyumunu yitirmişti. Göz bebekleri büyüdükçe büyüdü… Elini istemsizce oynatıyor, bedeni kontrolünü yitiriyordu. Bu yaşamda kalmayla kalamama arasındaki ve bilincinin henüz kendini kaybetmeyip yerinde olduğu beş on  saniyelik zamanda kurgulamadığı, düşlemediği bir anda olmasına isyan etti. Böyle olmamalıydı ve ilk kez  herşey onun istediği gibi yolunda gitmeliydi.

Büyük bir gürültüyle yere yığılmasının sonrasında durumu fark edip koşturanlar olmuştu. Gözleri arada bedeninin üstünde paniklemiş, yardım etmek isteyenleri görüyor sonra kapanıyordu. Binada çalışanlar gömleyiğinin düğmelerini açıyor, kolonya koklatarak rahatlamasını sağlamaya çalışıyorlardı. İşyerinin sağlıkçıları gelmiş müdahale etmeye başlamışlardı. Bir ara gözü, kapanmaya yüz tutmuş göz kapaklarının arasından giyimiyle kuşamıyla herkesin hayran olduğu güzel hemşireyi gördü. Saniyelik bu durumun hoşluğuna gülümsemek istedi. Bilinci iyiden iyiye gitmiş, kendinden geçmişti.

Ambulans çağrılmış ve sedyeye koyulan bedeni bir iki üç denerek kaldırılıp biraz önce geçtiği koridorlardan hızlıca götürülüyordu. Sirenleri acı acı çalan ambulansın içinde müdahale devam ediyor, zaman zaman kalbi duracak seviyeye geliyordu. Sürekli nabzı kontrol ediliyor, kalp masajı yapılıyordu. Devlet hastanesinin aciline yetiştirilen süreçte bedeni, yıllardır görmezden gelerek bihaber yürüdüğü yollardan, selamını almadığı bakışların önünden geçiyordu. Hastaneye ulaşır ulaşmaz doktorlar henüz durmamış olan kalbini ameliyata almayı seçmişlerdi.

Tedaviye muhtaç, mücadeleden yoksun ve gitmeye güdümlü düşleri, her konuda duygularının yoksunluğuna neden olmuş, kalbi duygusuz kalmıştı. Duygusuz kalan kalbi direncini yitirmiş, gereğinden fazla yıpranmış ve yorulmuştu. Gitme kararının bazı zamanlar temelsiz olduğuna dair düşüncelerin yarattığı tereddüt,  dilekçeyi verme anında kalbinde çatışmaya dönüşmüştü. Atışları artmış, heyecanı tüm hücrelerinden hissedilmişti. Kalbi bu ritme, gitmenin kalmayla yaşadığı çatışmanın heyecanına yenik düşerek işlevini yitirmişti.

Ameliyatı yaklaşık üç saat sürmüştü. Başarılı geçmiş olmasına rağmen doktorlar bir daha böyle bir durumu kaldıramaz demişlerdi. Altı kişilik bir odanın pencere kenarında olan yatağına alınmış henüz gözlerini açmamıştı. Serumları takılmış, makine sürekli kalp ritmini takip ediyordu. Narkozun etkisi yaklaşık iki saat sonra geçmeye başlamış, gözlerini hafiften açmaya çalışıyordu. Gözlerini açtıkça gördükleri, gitmesine bulduğu saçma gerekçeleri bir bir ortadan kaldırıyordu.

Gitmenin bir kaçış olduğunu anlama düşüncesi uzun sürmemişti. Bu, yaşamdan, zorluklardan, emekten, mücadeleden ve sevgi vermediği halde koşulsuz sevgiden kaçmaktı. Gitmeye dair zihninde yer etmiş, kalıplaşmış düşleri tek tek yere düşerek tuzla buz oluyordu. Yerini duyguların tohumlarına bırakan bu düşler, karanlıkların aydınlığa dönüşmesine, yarınların umutlu günlerine, dar bir alana sıkışmış ruhunun gerçek özgürlüğüne vesile oluyordu.

Gözlerini açtıkça gördükleri yıllardır sevgisiz, ilgisiz bıraktığı eşi ve çocuklarından başkası değildi. Bugüne kadar başını okşamadığı çocukları günlerce hiç yanından ayrılmıyor, elini dahi bırakmıyorlardı. Gözyaşlarını tutamıyor, bu vefaya, sevgiye layık olmadığı yıllara içten içe küfrediyordu. Bir ara hıçkırıklara boğuldu. Çocukları gözyaşlarını siliyor, lütfen ağlama diyerek yüzünü okşuyordu. Hepsini başına topladı ve olan biteni, iç dünyasında yaşadıklarını tek tek anlattı. Büyük küçük ayırt etmeksizin tek tek özür diledi. Bundan sonra herşey çok güzel olacak dedi. Üzüldüler ama hiç biri kırılmadı.

Çünkü aile bir olmak, iyi günde kötü günde biz olmak demekti. Aile herşeydi… Yaşamın anlamı, hayatın tadıydı…