.

Toprak; tarih öncesi devirlerden günümüze kadar, insanoğlu ve yaşam için önemini hiç kaybetmemiş, birçok noktada yaşamın devamlılığında belirleyici olmuştur. Yani toprak için şunu demek yanlış olmaz; insanlığın uygarlığının ve yaşamının gelişmesine katkı sunan değerlerimizdendir. Uygarlık ve kültür tarihi çevre olgusu dışında düşünülemez. Çünkü birçok medeniyetin kaderi; ortak değerlerimiz toprak, su, hava ve ormanların tahribata uğramasıyla yön değiştirmiştir. Yani ortak değerlerimiz olan toprak, su, hava ve yeşil alanlarımız medeniyetlerin kaderini belirlemiştir. 
Örnek vermek gerekirse;
Yapılan çeşitli araştırmalarda, MÖ. 4000 – MÖ. 2000 yılları arasında Güney Irak'ta kurulan Sümer Uygarlığının zayıflamasının nedeni olarak, hatalı sulama sonucu Sümer topraklarındaki tuzlanma ve buna bağlı tarımsal üretimin düşmesi olarak gösterilir. Tarımsal üretimi düşen uygarlık çöküşe sürüklenmiştir.  
Yine, 17. yüzyıl Japonya’sı çevresel tahribatlar nedeniyle bir çöküşün eşine gelmiştir.  Artan nüfusla birlikte, yeşil alan tahribata uğrayarak azalmış, bu durum erozyonun artmasına ve yağış rejiminin ise bozulmasına neden olmuştur. Erozyonla birlikte ekilebilen verimli araziler verimsiz ve kullanılamaz hale gelmiştir. Çevresel tahribatlarla birlikte yeşil alanlar azalmış, toprak verimliliğini kaybetmiş ve canlılık yaşam riski yaşamaya başlamıştır. 
Toprak; tarlada başağımız, sofrada aşımızdır. 
(Bir) 1 cm toprağın oluşması 300-400 yıl sürmektedir. Ülkemizde erozyonla kaybedilen yıllık toprak miktarının 1,1-1,4 milyar ton arasında olduğu ve bunun yaklaşık 550 milyon tonunun tarım arazilerinde gerçekleştiği belirtilmektedir. Oysaki 1 cm.sinin oluşumu için 300-400 yıl gerekli olan toprağın verimli hale gelmesi için en az 3000 yıl gerekmektedir.
Toprağın erozyonla kaybedilmesi, toprağın çeşitli insan faaliyetleri sonucu kirletilmesi, tahrip edilmesi, özellikle ilimizde ve birçok kentte yapılaşma baskısıyla sözde moderniteyi simgeler nitelikte çarpık kentleşmeyle çok katlı binaların verimli tarım arazilerine yapılması, tahribatın boyutlarını görmemizi sağlamaktadır. Daha önce tarım arazisi olarak kullanılan topraklara, manzarası yine beton yığınları olan, insani ve yaşamsal değerler pekte gözetilmeden direnci sorgulamaya muhtaç birçok beton stoku yapılmıştır. Şehrin çevresi, en yüksek noktaları, çok katlı beton yapılarla doldurulmaya başlanmıştır. Kentimiz topoğrafik olarak ülkenin en büyük ovası olan Çukurova'nın içerisindedir ve yaşanacak kirliliklerin kent merkezinde birikmesini engelleyecek etkenlerden biride, kentin hava koridorlarının kapatılmamasıdır. Çok katlı binalarla etrafı adeta çepeçevre kuşatılmış bir kentin hava sirkülasyonun engelleneceği unutulmamalıdır. Toprağa ve yeşil alanlara yapılan tahribatın sonucunda, kent bütününde farklı noktalarda kirlilik yaşanmaya devam etmektedir. 
Ortak değerimiz olan toprağın tüm yönleriyle insanlığa sunduğu katkıların, günümüzde olduğu gibi gelecek nesillere de tahrip edilmeden aktarılması gerekmektedir. Toprak birçok canlı için yaşam alanıdır. Bir ekosistemdir ve iyi yönetilmelidir. Aksi, gelecek nesillerin yaşamdaki payını yok saymak demektir. 
Hünkar Bektaşi Velinin dediği gibi; “Hakikatin ilk makamı, toprak olacağımızın bilinmesidir”. Bu gerçekliği değiştirmek mümkün değildir. Gelişimiz buğday başak, gidişimiz yine topraktır. Toprak; tarlada başağımız, sofrada aşımızdır.