Sayın Başbakanın Genel başkanı olduğu AKP’de siyaset yapmıştım. Adana’da bu partinin kurucuları arasında bulunarak ülkenin aydınlık yarınlarına coşkulu adımlar attığımı düşündüğüm dönemler olmuştu. Sayın Başbakana şiirler de yazmıştım. Şiirlerimden birisini bizzat bestelemiş, parti şarkısı yapılmasını sağlamış ve hatta bu şarkının AKP genel merkezinin açılışında dinletilen açılış müziklerinden birisi olarak kullanılmasına kadar bir takım katkılarda da bulunmuştum.
 
Ne var ki, millet birlikteliğinin toplum beraberliğinin sinerjide zirve yaptırılacağını düşündüğüm bu partiyi yöneten Sayın Başbakanın var olagelmiş değerlerimize karşı oldukça marjinalize olmuş bir yolu takip ettiğini neden sonra kavrayabildim. Cumhuriyetin değerleriyle uzdan uza didişmeye başlamasını hissedebilenlerin belki de en öncülerinden oldum. Sayın Başbakanın yetki ve ağırlığının artışına paralel olarak,   düşünce dünyasında Türk milletinin değerleriyle asimetrik bir şekilde mücadelesine şahitlik ettim.
 
İktidarının ilk günlerinden başlayarak mümkün olduğunca ifadelerinde “milletimiz” lafzının dışına çıkmayarak, bir defa bile “Türk milleti” ifadesini diline almamaya azami özen gösterdiğinin farkına vardım. Kendisinin 2000’li yılların başında Unkapanı’nda bulunan Ulus plakçılık isimli müzik şirketinden çıkarmış olduğu şiir albümünden 200 tane almış ve eşe dosta dağıtmıştım. Şiir albümünde Necip Fazıl Kısakürek’in hemen tüm önemli şiirleri yer almış ve Sayın Başbakan bu şiirlerin her birini de en güzel şekilde yorumlamıştı. Neden sonra Necip Fazıl’ın şiirlerinin en önemlisi olan şiirini bu albüme koymaması da dikkatimi celbetmişti. Kendisinin inanç dünyasının ve mütedeyyinlik yönünün adeta bir panaroması olan bu şiiri okumamıştı şiir albümünde. Takip eden günlerde üstadın adıyla müsemmalaşan bu en önemli şiirini neden okumadığını net olarak öğrenmiş oldum. Aşağıda sunduğum bu şiir sizce neden Sayın Başbakanın şiir albümüne girememiş olabilir? Hele inceleyelim şimdi bu şiiri…
 
SAKARYA TÜRKÜSÜ
 
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat?
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağı’nı assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..
 
Necip Fazıl KISAKÜREK
Sayın Başbakan, yukarıdaki şiirin sadece bir mısrasındaki bir hece yüzünden olsa gerek ki, bu muhteşem şiiri albümüne almamıştır. Bu mısralar ve mısrada yer alan hece; “Türk “hecesidir.
 
“Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.”
 
Bu küçük nüansı hissedebilen sadece bir ferttim bu ülkede. Ancak Sayın Başbakan kendi düşünce dünyasının şekillenebilmesi için yıllar yılı ezber bozmaya devam ededurdu. Binlerce nedenler kilim desenleri gibi hafızalara yazıldı. Son dönemlerdeki küçük vurgularında habire sataşmalarına devam ediyordu. İçki yasasının meclis görüşmelerinde “iki ayyaşın çıkardığı yasa” diyerek, cumhuriyetin kurucusuna ayyaş demeye çalışıyordu belki de. Vatanın korunması mücadelesinde PKK terörüne kurban edilen Mehmetçik için 3–5 kelle diyebiliyordu. Memleketin bir çiftçisine “al ananı da git” diyebiliyordu. 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 ağustos ve 29 Ekim ulusal bayramlarını yok hükmünde görüp, neredeyse kutlamaları yasaklamaya kadar uygulamalara gidebiliyordu. Tüm 10 Kasımlarda mütemadiyen rahatsızlanıyor ve rutin mazeretlere başvuruyordu. Türkiye Cumhuriyeti ibaresini mümkün olan her fondan silmeye çalışıyordu.
 
 
Türkiye Cumhuriyeti lafzını Bankaların isminden, hastanelerin panolarından ve Bakanlıklarının isim tabelalarından kaldırmak istiyordu. İşte bu ve benzer inlerce örnekle sabır kâsesi çatlayan bir gençlik umulmadık bir şekilde ve birkaç kırılan ağaç dalını bahane ederek meydanlara iniverdi. Ve adeta bu gençlik hükümete ve Başbakana “Dur durduğun yerde! Biz Türk gençliği olarak senin hayallerine müdahale ediyoruz.” Dedi. Şimdi neden mi bu gençlik böyle yapıyor? Kim bilir? Belki de Türk gençliği, kendisine bu cumhuriyetin emanet edildiğinin inancında ve teslim edilen cumhuriyet emanetine her şart altında ihanet etmeyecek bir gençlik olduğunu da ispat etmeye çalışıyordur. Bizlere düşen bu gençliği alkışlamaktır.
 
Dün gazetedeki köşeme şu yazımı göndermiştim. “Bu kardeşiniz Tayip ERDOĞAN’ı biraz tanıyorsa, şunu kararlıca söyleyebilir ki; bu gece barışın gecesi olacaktır. Nefsinin emrine mecbur olan kibirli idarecilerin sermayesi; insanların umutsuzluklarıdır. Umudunu yükselten toplumlar, bunu yaparken zalimlerin sermayesini de küçültmüş olurlar. Şimdi yükselen umutların karşısında kibrinin sermayesi olan zulüm meyvesinin bir buz kalıbı gibi eridiğine şahitlik eden Başbakan,  istemese de her an halkın sesine kulak vererek barışa mahkûm olacaktır. Selam olsun! Halkın yükselen umuduna… Ve hoş geldin kıymetli barış…”
 
Tümden yanılmamışım dünkü yazımda. Hatta öngörebilmişim barışa giden o ince çizgiyi. Başbakan 18 gün önceki “o ağaçlar sökülecek” diretmesinden vazgeçti dün gece. Başbakan Tayyip Erdoğan Gezi Parkı’nın bulunduğu yere illa da AVM yapılacaktır inadından vazgeçmiştir dün gece. Bizler de zaten yargının kararına saygılı olmasını salık veriyorduk kendisine.  Kibrinin tasallutundan Sayın Başbakanı azade eden Türk gençliğini selamlıyorum.
 
Selam olsun! Halkın yükselen umuduna… Ve hoş geldin kıymetli barış…