Üstü telaşla ve kaygıyla örtülmüş bir toprağın, derin çukurlarında çırılçıplak ömürler. Bir kuşun ürkekliği üzerlerinde ve kanatları kırılarak yere düşüyorlar teker teker. Birkaç tüy dökülüyor önce, sonra inceden inceye kanayan ve çırpındıkça derinleşen bir yaranın dayanılmaz sancıları. Süresiz devam eden içli hıçkırıklara, derinden gelen iniltiler eşlik ediyor. Görenler oluyor; duyanlarda sayısı milyonları bulan. Bilen sayısı ne kadar artsa da, körelmiş duyguların köleliğinden kendilerini kurtarıp yaralara merhem olmak için el uzatamıyorlar. Ses çıkaramıyorlar, korkuların gölgesini güneşsiz kalmaya tercih edenler. Onlar; avcıların güç gösterip, korku yayan etkisiyle güçten yana kalmakta ısrar ediyorlar. Ölümlerin dört bir yanı saran keskin ve hüzün kokusuna rağmen, bu böyle sürüp gidiyor.

Oysaki her türlü acıyı kaldırmaya alışkın can çekişen bedenleri, sahipsizliğin yaşattığına boyun eğerken, acının en derinini yaşamak zorunda kalıyor. Ölenin kendileri değil, ölenin duyarsızlığı huzur sayan vicdanlar ve o vicdanların yer almadığı insanlık olduğunu biliyorlar.

İnsanlık; yalnızlığının dokunmayan yılanıyla bin yıl baş başa kalmakta ısrar etse de, yüreğinin beklenmedik yerinden ısırılıp tüketilmeye başlandığının farkında değil. Gün geçtikçe kaybolan kabadayılığı dizlerinin üzerine çökmese de, ayakta bir ruh haline bürünüp amaçsız ve anlamsızca sağa sola çarparak ilerliyor.

Toparlanacak diye beklemek, yiğitlikle eş umutlarımıza düştü bugüne kadar. Umutlarımız; her ne yaşarsak yaşayalım, sonrasında daha da güvenli ve inançlı sarıldı hayata. Öyle ya; geçmiş günler, geceler, haftalar, aylar ve hatta yıllar, birçok sevdamızı yarım bırakıp arkasına bakmadan çekip gitti diye, sevmekten vazgeçtik mi! Elbette hayır. Hatta inadına sevdik ve sevdayı tüm yorgunluklarımıza rağmen yaşamımıza, bir işçi edasıyla nakış nakış ördük. Bundan zerre pişmanlık duymayıp, küçük olan gülüşlerimizi büyütmeye devam ettik.

İçinde her ne halt olupbittiyse deyip, bir yılı geride bırakıyor olmanın mutluluğu, bedenlerimize uymayan bir genişliktir. Acıları unutmak kolay olmuyor bizde. Alıp elimize rüzgara doğru umursamaz bir halde savurmak, benliğimizi savurmak anlamı da taşıyor. Sanki sanırsın bedenimizde yer alan tüm organlar, asli görevini layıkıyla yerine getiriyor! Varsın bu kadar yüreği çalışmayan kalabalıklar arasında kalmış yüreğimiz, azda olsa çalışıp dayanamıyorum artık desin. Görevi; acılara katlanmak, hüznü yaşamak olsun. Emekten yana tavrıyla, bir emekçi yürek olsun.

Yılın son günlerinde, klişeleşmiş şekilde tüm yılın muhasebesini yapacak değilim. Bunu yapmak isteyenler, eniğine ciciğine kadar yapıyor zaten. Yıl içerisinde de bunlar defaten tekrarlanıyor. Fakat görmek istemeyen yine görmüyor, duymak istemeyen yine duymuyor. Sadece görenler, duyanlar unutmasın ve yüreği çalışmayanlar kervanına katılmasın yeter.

Yeni yılda; yüreğimizdeki güzellikler adına duyguların yenileneceği, gelecek güneşli günlere erişmede mücadelemizin dinmeyeceği, bu dünya sana da yeter bana da diyerek hayatı paylaşanların, sevgiden, kardeşlikten ve hoşgörüden yana olan tüm insanların, umutlarının gerçekleşip çoğalmasını diliyorum. Umutlarımdan biri için yazdığım kısa bir şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum;

Bir yer var gitmek istediğim

Ne uzak, ne yakın diyebilirsin

Umut edip, el uzatıp

Temiz yaşamı bulabileceğim

Omuz ver, inan

Değişir her şey görebilirsin…