Kenan Doğan "Adana"yı Yazdı

Uçsuz bucaksız bir ovada, buğday başaklarının, karpuz ve pamuk tarlalarının yanından geçen,daracık asfalt yoldan yürünürdü. Mahallelerin içine kadar dolmuş otobüs girmezdi.

Belirli bir noktada inilir, eve doğru gidilirdi. Nehir tüm coşkusuyla sulardı ovayı ve serinletirdi yürekleri. Rüzgar ovada özgürce dans edip, yüzleri ve saçları okşardı. Semt pazarlarında pet şişelerde değil, sürahilerde bardaklarla soğuk su satılırdı. Karmaşa içinde değildi yaşam. Adana daha temiz ve yaşanabilirdi çocukluğumuzda.

Kentleşme; demografik açıdankent sayısının ve nüfusun artışı anlamına gelmekte olup,  toplumun sosyo-ekonomik yapısınagöre değişkenlik gösteren bir durumdur.

Adananın nüfusu son sayımlara göre yaklaşık 2.150.000 kişidir. Kentimiz yıllarca ağızlara sakız olan  “Türkiye’nin en büyük köyü” sözü ile anılmıştır. Yakışır yakışmaz tartışılırlakin kentte olumsuzluk teşkil eden birçok unsurun olduğunu da kabul etmek gerekmektedir.  Adana çarpık kentleşmenin yoğun olduğu bir yerleşkedir.Kentimiz; daha iyi yaşamak amacıyla göç eden insanların tercihlerinde, öncelikli sıralarda yer almaktadır. Göç almasının nedeni çekiciliğinden değil, göç veren kırsalın sınırlı koşullarındandır. 

Yıllardır kenti yönetenler, belediye meclislerinde alınan kararlarda oy kullananlar, komisyonlarda kararları imzalayanlar; kente dair projelerin, alınan kararların birçoğunda günü kurtarmaya yönelik çalışmalar yapmış, geleceği görmemiştir veya görmek istememiştir.

Diğer kentlerde olduğu gibi Adana’da da, çarpık kentleşmenin beraberinde getirdiği sorunlar meydana gelmiştir. Köyden kente göç ve nüfus artışı; artan nüfusun barınma, beslenme, eğitim, sağlık, ulaşım v.b ihtiyaçlarında artışa neden olmuştur. Tüketim artmış ve temel ihtiyaçların karşılanması zorlaşmıştır. Ayrıca kentleşmede kent içerisinde sınıfsal çeşitlilik meydana gelmiştir. Fakat bu çeşitlenme, farklı kültürlerin birbirinden beslenmesinden çok, ayrışmaları beraberinde getirmiştir. Hatalı şehir planlarının oluşturduğu bu sorunları çözmek, yerel yönetimlerin temel görevlerindendir.

Betonlaşmanın (konut ve işyeri yapımı) yeşil alanları daraltıp, tarımsal arazileri yok ettiği kentimizde; en önemlisi çevresel sorunlar ve kirlilik artmıştır. Tüketimde de ultra lüks davrananlar, daha çok kirlilik ve tahribata neden olmuştur. Her şeyin organiğinden yemek istemiş, doğal olsun demiş, hatta zaman zaman samimiyetsiz çevrecilik düşüncesine de kapılmıştır. İzleme ve denetim yetkisine sahip kuruluşlar ve özellikle yerel yönetimler; artan çevresel kirliliğe ve sorunlara çözüm üretme, denetim yapabilme noktalarında yetersiz kalmıştır. Kentlilik bilinci oluşmadan bir kent yaratılmış, gerek alt gerekse üst yapısı yetersiz, hatalı planlar ile karmaşık bir yerleşim oluşmuştur. 

Göç ve kaos... Bu iki kelimenin durumu anlaşılır bir şekilde açıklayabildiğini düşünmek, sadece şehrin mevcut durumundaki sorumluluğumuzdan kaçmak demektir.Çünkükentin birçok anlamda tahrip edilmesinde ve kirlenmesinde alınan bu kararlar etkili olmuştur. Örneğin; imara açılan alanlar, çevre planları, imar planları ve diğer planlar  v.s. Halkın, yani Adanalının (esnafın, çiftçinin, işçinin, memurun) kendisinin ve çocuklarının giremediği alanlar, insanların atlarını koşturması için tahsis edilmiş, yeşil alanlar tahrip edilmiştir. Kentin en fiyakalı caddelerikaldırım işgallerinden dolayı yürünemez duruma gelmiştir.

Daha sayabileceğimiz nice problem vardır kente dair.  Yapılan güzel çalışmalar yok mudur, vardır elbet ve olmalıdır da. Kenti yönetenler; kenti herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu gözeterek yönetmelidir. Kentteki imkanlardan tüm yurttaşlar eşit olarak faydalanmalıdır. 
Huzur bulduğumuz, uzaklaştığımızda hemen dönmek isteyeceğimiz bir kentte yaşamak umuduyla…