Zaman nasıl da çabuk geçip gidiyor? Bitmeyecekmiş gibi görünen ama her an, bitme noktasına doğru adım adım ilerleyen ömür, ne kadar da kısa! Yaşam ile ölüm arasında bir yolcu olan insan, ardında bıraktığı ve önünde uzayıp giden zaman sarmalında ne çok anılar biriktirdi kim bilir?

Elbette yaşam dediğimiz şey, içerisinde her türlü duyguya yer vermektedir: iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış. Hiç önemli değil. Çünkü bu duyguların hepsi, bir bütünü oluşturan parçaların ta kendisidir. Bu evrede önemli bir nokta vardır ki, aşılması durumunda büyük problemlere sebebiyet verebilecek bir noktadır bu. Bu nokta, özel de insan, genelde ise bir toplum için kırmızı çizgidir. Bu nokta, kötülüğün iyilikten, yanlışın doğrudan fazla olduğu bir noktadır. Daha da kötüsü yolunda gitmeyen bu şeylerin her geçen gün artarak devam etmesi ve bir toplumun ise buna duyarsız kalmasıdır. Doğruyu haykıracak çığlıkların sessizliğe gömülmesidir.

Bugün, yaşadığımız şu modern(!) çağda insanlık, haykırması gereken çığlıklarını içindeki sessizliğe hapsetmiş değil midir?

Evet! Kesinlikle öyle. İnsanlık, içinde kopan kıyametlere rağmen derin bir sessizlik içinde bulunmaktadır. Modern Çağ'ın bir bireyi olması gereken insan, sahip olduğu yaşam koşulları düşünüldüğünde bir köle olmaktan öteye gidememektedir. Bir gün içinde sahip olduğu 24 saatlik dilimin en az 10 saatini çalışarak işyerinde geçirmektedir.

Bir hafta içinde sahip olduğu 7 günün maksimum 6 gününü yine işyerinde geçirmektedir. İşyerinde çalışarak geçen bu süre zarfında yorgun bir beden ve zihin ile evine dönen bir kimse, kalan vaktin bir kısmını yeme-içmeye, bir kısmını duş alıp rahatlamaya ve kalan kısmını da dinlenmeye ayırmaktadır. Bu süre zarfında ailesine vakit ayıramadığı gibi, kendisine de vakit ayıramamaktadır. Bu hengamede koşuşturup duran insan, ailesini ihmal etmekle kalmayıp kendisini de ihmal etmektedir. Senede bir tatil derseniz, o da pek mümkün değildir çoğu zaman.

Çünkü kazancı karnını doyurmasına zar zor yetmektedir. İnsanı ev ile iş yeri arasında bir kısır döngüde yaşamak zorunda bırakan Kapitalist Sistem, insana dünya hayatını vaat etmekle birlikte, insanın elinden ona vaat ettiği bu dünyayı da (ç)almaktadır. Aynı zaman da insanın ahreti de yanmaktadır. Her bakımdan kaybeden yine insan olmaktadır.

Kapitalist yaşam sarmalında aşınarak her geçen gün çözülmeye devam eden insan, bir toplumun da çözülmesine sebep olmaktadır. Bu gün, içinde yaşamış olduğumuz toplum, öz değerlerini yitirmiş ve kendisini var eden gelenek ve göreneklerden tamamen uzaklaşmıştır. Toplumu kaynaştıran ve bir araya gelmesini sağlayan dini duyguları zedelenmiştir ve her geçen gün biraz daha zedelenmeye devam etmektedir. İnsan, bu kayıplarla geleceğe uzanırken kendisine dahi yabancı bir birey olma konumuna alçalmaktadır.

Alçalmaktadır çünkü varılacak olan hedef onu daha üst bir mertebeye taşımayıp bulunduğu mertebeden daha alt bir mertebeye taşımaktadır. Kapitalist nizamın getirdiği yaşam koşulları, insana sadece nefsani duyguları tatmin etme konusunda bir işlev kazandırmaktadır. Bu durum ise, insanı kendi öz benliğinden uzaklaştırıp onu helak olmaya doğru sürüklemektedir.   

Oysaki alemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle, Bakara Suresi 30. Ayette: "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım." ifadesi ile yaratılmış olanların en şereflisi olarak insanı, yeryüzünde halife kılarak kendisine muhatap kabul etmiştir. İnsana akıl ve irade gibi iki büyük nimet bahşedilerek emanete sahip çıkma görevi verilmiştir. Zariyat Suresi, 56. Ayetteki: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." ifadesi ile insanın bu fani alemdeki rolü net bir şekilde belirtilmiştir.

Hud 112. Ayette: "...emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" ifadesi ile insanın nasıl bir istikamette yürümesi gerektiğinin de altı çizilmiştir. İnsanlara bu istikameti göstermek üzere, insanlığa peygamberler ve kitaplar gönderilmiştir. Bugün insanlığa peygamber gönderilmeyecektir. Fakat insanlara yol gösterecek ve kıyamete dek varlığını sürdürecek olan kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim bu istikamete ulaşmak için kullanılacak yegane kaynak olacaktır. İnsan Kur'an-ı Kerim'in gösterdiği istikamet üzere yürüdüğü ölçüde huzura ve kurtuluşa erecektir. Bu istikametten uzaklaştığı ölçüde de helak olmaya gidecektir.      

İnsanlığın bugün içine hapsolduğu sessiz çığlıkları insan dahi duymazken bu çığlıkları, alemlerin Rabbi olan Allah'tan başka kim duyacak acaba?

İnsanlık içine hapsettiği çığlıklarla, Kapitalist nizamın dişlileri arasında dönmeye devam ettiği sürece, kendisini kurtuluşa götürecek bir çıkış yolu bulamayacaktır. Nefes alıp verdiği her an, başka bir huzursuzluğa kapı açacaktır. Dünya hayatında, her anlamda huzur arayan insan, ancak alemlerin Rabbi olan Allah Azze ve Celle'nin huzuruna varınca gerçek anlamda huzur bulacaktır.

Zira insanın bu dünyadaki asıl görevi, "Ey Rabbimiz! Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz." ifadesi ile Fatiha Suresi, 5. Ayette belirtildiği şekildedir. Kapitalist nizamda ortaya çıktığı şekliyle kula kulluk değildir. Yalnızca Allah'a kulluk etmektir insanın en temel görevi. Aksi taktirde zaman çabuk geçecek, ömür bitecek ve yaşadığımız dünyada kötülük iyilikten ve yanlış da doğrudan her daim fazla olacaktır. Böylece insan, haykırması gereken çığlıkların sessizliğinde, kendi içinde kıyameti yaşacaktır.